Bu dünyada caminin yolunu bilmemek, cami cemaatine katılmamak, secdenin tadına varmamak, namazdan ve niyazdan uzak bir hayat sürmek zorluklara, sıkıntılara, maddi ve manevi hastalıklara, günahlara ve sonuçta cehennemlere sürüklenmektir.
DİK DURMANIN ADIDIR NAMAZ
Cenabı hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. İslam’ın kubbesi ve çatısı, Tevhit İnancıdır. Tevhid’in anahtarı ise, Kelime-i Şehâdet’tir. Tevhit’ten sonra en büyük hakikat olan namaz, bu çatıyı ayakta tutan dört sütundan biridir. Kuran ve Sünnet’i incelediğimizde “Namazın dinin yarısı, direği, Allah’ı anmak için en büyük eylem, göz aydınlığı, dik durmanın sembolü, maddi ve manevi bütün çirkinliklerden ve günahlardan alıkoyan ve kıyamet gününde kişinin ilk hesap vereceği amel olduğunu” görüyoruz. Savaş esnasında bile namazı terk etmeyip kısaltarak kılmayı emreden Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Savaş bitip) güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”[1] Buna göre namaz, kadın olsun erkek olsun her müslümanın belli vakitlerde muhakkak kılması gereken bir ibadettir. İslam âlimleri “Namaz, şükrün bütün aksamını içine alır” demektedir. Yani namaz kılan bir insan, en güzel bir şekilde ve şükrün bütün çeşitleriyle Allah’a şükretmiş olmaktadır. Örneğin bütün nimetlerin kaynağının Yüce Allah olduğuna inanarak kalbiyle, layık olduğu en güzel ifadelerle Yüce Allah’ı anarak ve överek lisanıyla, en güzel ve en olumlu şeyleri Yüce Allah hakkında düşünerek fikriyle ve emrettiği şekilde hareket ederek ve kulluk yaparak organları ve bedeniyle şükretmiş olur.
Namaz, bizden önceki milletlere farz kılındığı gibi bize de farz kılınmıştır. Kuran’da Hz. İsa (a.s)’ın ifadesiyle namaz, hayatta olduğumuz sürece rabbimiz tarafından bize farz kılınan bir ibadettir.[2] Dinin direği kabul edilen namazın misyonunu Cenab-ı Hak şöyle ortaya koymaktadır: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”[3] Büyük Şairimiz Necip Fazıl Kısakürek de şöyle diyor:
Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem;
Onsuz, ebedi hayat benim olsa istemem!
Dolayısıyla namaz, bütün sancılardan, sıkıntılardan ve bütün kötülüklerden uzaklaşmak ve kurtulmak için güzel bir vesiledir. Namazın ihmali veya terk edilmesi ise bütün olumsuzlukları beraberinde getirecektir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her nefis, kazandığına karşılık bir rehinedir.”[4] Yani hesap günü her insan, yapmış olduğu bütün kötü fiiller için rehin olarak tutulacaktır. Ayetin devamında “Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç”[5] buyrulmaktadır. Yani amel defterleri sağından verilip cennete girenler rehin tutulmayacaklardır. Ayrıca bu şahıslara içinde bulundukları nimetin ne kadar büyük olduğunu htirmek için Yüce Allah, cehennemliklerin hallerini net olarak gösterecektir. Yüce Rabbimiz, bu durumu bize şöyle betimlemektedir: “Onlar mutlaka cennetlerde, suçluların durumu hakkında kendi aralarında konuşurlar ve o suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sokan? ” diye sorarlar.”[6] Ayetlerin devamında cehennemliklerin cennetliklere cevap olarak söyledikleri ilk sebep şöyle aktarılmaktadır: “Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.”[7] Bu ayetlere göre cehennemlikleri bu hale düşüren ilk suç, namaz kılmamaktır. Şair Abdullah Naci Kırışka ne güzel söyler:
Bu dünyaya geldin, ne amel ettin? Derse Allah, ben ne cevap vereyim?
Hakk’a niyet ettin, şeytana gittin, Derse Allah, ben ne cevap vereyim?
Müslüman’ım dedin bir saf tutmadın, Her nimeti yedin, şükür etmedin,
Muhammed yolunda neden gitmedin, Derse Allah, ben ne cevap vereyim?
Abdest aldın ama kılmadın namaz, Yalvarıp, ağlayıp etmedin niyaz,
Senin ismin halk içinde beynamaz, Derse Allah, ben ne cevap vereyim?
Müslümanlar olarak cehennemliklerin düştükleri bu duruma düşmemek için mutlaka namaz kılmalıyız. Çünkü namazın ihmali veya terki, dünyada ve ahirette ortaya çıkabilecek en büyük olumsuzlukları ve kötü sonuçları peşinen kabullenmek demektir. Namaz, şükrün en somut göstergesi olduğundan namaz kılmayan biri, ne Yüce Allah’ın ne de kullarının hakkına ve hukukuna saygı göstermeyecektir. Cehennemliklerin sözlerini tekrar hatırlayalım: “Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu da doyurmazdık. Faydasız ve boş işlere dalanlarla birlikte biz de dalardık. Üstelik hesap gününü de yalanlardık. Sonunda bize ölüm geldi çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermeyecektir.[8] Ayet-i Kerime’ye göre toplumsal çözülme, öncelikle ibadetin esası olan namazı terk ile başlamaktadır. “Namazı kılmaz, yoksulu da gözetmezdik” ifadesinden anlaşılıyor ki; Allah’a kulluğu terk eden insan, Allah’ın kullarına gerçek bir sevgi, saygı ve ilgi göstermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu dünyada caminin yolunu bilmemek, cami cemaatine katılmamak, secdenin tadına varmamak, namazdan ve niyazdan uzak bir hayat sürmek zorluklara, sıkıntılara, maddi ve manevi hastalıklara, günahlara ve sonuçta cehennemlere sürüklenmektir.
Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’de namaz, otuz sekiz (38) yerde zekât ile birlikte zikredilmektedir. Bunun sebebi ve hikmeti, namazın dikey, zekâtın ise yatay ibadet olmasıdır. Daha açık bir ifadeyle namaz, bizi Rahman olan rabbe bağlarken zekât, bizi Rahman’ın kullarına bağlamaktadır. Yani namaz kılmak ve zekât vermek suretiyle hem rabbimizle hem de içinde bulunduğumuz toplumun fertleriyle barışık bir şekilde yaşamış oluruz.
Her konuda bize dengeli ve ölçülü olmayı tavsiye eden dinimiz, dünya ve ahiret arasındaki dengeyi de korumamızı ve ölçülü davranmamızı tavsiye etmektedir. Yani dünyayı tamamen terk edip gece gündüz namaz kılmak ve ibadet etmek doğru kabul edilmediği gibi, ahireti tamamen ihmal edip gece gündüz dünya için çalışmak kabul edilemez bir davranıştır. Gün içerisinde namaza çağrıldığı vakit, Müslümanlar olarak bu çağrıya cevap vermeli, camiye gitmeli ya da mümkün değilse evde veya işyerinde namazımızı eda etmeliyiz. Namaz kılındıktan sonra ancak günlük işlerimize kaldığımız yerden devam edebiliriz. Örneğin Cuma namazıyla ilgili yüce rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.[9] Demek ki ibadet vaktinde ibadet olmalı, iş vaktinde de işten kaçınılmamalıdır. Bir insan, ibadeti terk eder ve sırf dünya işlerine dalarsa, şeytan ona musallat olur. Ardından boş vaatlerle onu oyalamaya başlar. Son olarak ahiretten ümidini kesmesine ve hatta ahireti tamamen inkâr etmesine sebep olur. Çünkü inkâr, ibadetten ve sorumluluktan kaçıştır. Şeytanın bu planına harfiyen uyan bu şahıs, “mademki ahireti kaybettim; o halde dünyayı kazanmak için gece gündüz çalışmalıyım” şeklinde düşünmeye ve yaşamaya başlar. Bu ise dünyada en büyük felaket, ahirette ise en büyük nedamettir. Ömer Nasuhi Bilmen merhum diyor ki: “Bir faide bahşeder mi heyhat..! Vaktinde edilmeyen nedamet...”
O halde dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmak, maddi ve manevi felaketlere ve olumsuzluklara maruz kalmamak ve hiçbir şekilde nedamet yaşamamak için dinimizin direği olan namazımızı vaktinde ve en güzel şekilde kılmaya gayret etmeliyiz. Cenab-ı Hak, kulluk görevimizi ve kulluğumuzun en önemli göstergesi olan namaz ibadetini emrettiği şekilde yerine getirmeyi cümlemize nasip eylesin. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
Mustafa TEKİN
IĞDIR İL MÜFTÜSÜ
