Cenab-ı Hak, bütün insanlığa en güzel örnek olarak nice peygamberler göndermiş, onları en önemli vasıf olan ve Arapçada ‘sıdk’ diye ifade edilen ‘doğruluk’ ile vasıflandırmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, peygamberlerin atası Hz. İbrahim (a.s), oğlu Hz. İsmail ve diğer peygamberler hakkında doğruluğa vurgu yaparak şöyle buyrulmaktadır: “
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğru sözlü bir peygamberdi.”
[2] ve “
Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.”
[3] ve “
Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. (Bunun karşılığı olarak da,) Biz onu pek yüce bir makâma yükseltmiştik.”
[4] İçinde yaşadığı sarayın bütün zorluklarına ve zindan koşullarına rağmen doğruluktan hiçbir şekilde ödün vermeyen Hz. Yusuf (a.s), arkadaş çevresi tarafından da doğruluk vasfıyla ön plana çıkmış ve ‘Sıddık’ ismiyle anılmıştır: “
(Yusuf'un yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü (Sıddık) kişi!”
[5]
Bütün peygamberlerini hak söz ve doğrulukla gönderen Yüce Allah, bütün müminlerden doğru sözlü ve dürüst olmalarını istemekte ve bunun reçetesini net olarak şöyle sunmaktadır: “
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”
[6] Buna göre Müslüman, en doğru sözün sahibi Yüce Allah’ın emirlerine harfiyyen uymalı, yasaklarından olabildiğince kaçınmalı, sadece doğru söylemeli, doğru düşünmeli, doğru yolda yürümeli, doğru tutum ve davranış sergilemeli, doğruluğu yaymalı, yaygınlaştırmalı ve doğrularla beraber olmaya üstün gayret göstermelidir. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Cenab-ı Hakk’ın Asr Suresinde kurtuluş reçetesi olarak sunduğu yüce hasletleri şöyle şiirleştirmiştir:
Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derken, Mutlaka ‘Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh: Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum insanlık. Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.
Yüce Rabbimiz bizim gerçek anlamda adam olmamızı istemekte ve bize şöyle buyurmaktadır: “
Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”
[7]
Ebu Bekre (r.a)’ın rivayet ettiğine göre: "Hz. Resulullah (s.a.v): "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. "Evet!" deyince: "Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup: "
Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!"
dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk."
Ayrıca Rasûlullah (sav) Efendimize: “Mü’min korkak olabilir mi?” diye soruldu. “Evet, olabilir!” buyurdu. “Mü’min cimri olabilir mi?” diye soruldu. Allah Rasûlü (s.a.v) yine: “Evet, olabilir!” buyurdu.
“Pekâlâ mü’min yalancı olabilir mi?” diye soruldu. Rasûlullah (s.a.v) bu sefer: “Hayır, aslâ!” buyurdular.
Başka bir rivayette Hz. Peygamber (s.a.v)’e büyük günahlarla ilgili birkaç soru sorulduktan sonra “Peki, mümin yalan söyler mi?” diye sorulmuş bunun üzerine Hz. Peygamber “
Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur” şeklinde cevap vermiştir. Bütün bu hadislerden çıkarılabilecek en büyük ders, yalanın imanla asla bağdaşmayacağı ve öylesine çirkin bir vasfın bir müminde asla bulunmaması gerektiğidir.
Bilinmelidir ki Kuran ve Sünnete göre Mü’min’in alamet-i farikası doğruluktur. İstikametimizi belirleyen en önemli gösterge ise hiç şüphesiz “Kelime-i şehadettir.” ‘Kelimetullah’ diye de ifade edilen bu sözü, dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve bedenimizle uygulayarak istikametimizi ortaya koymuş oluruz. Bunun içindir ki, namazlarımızda günde en az kırk defa “
(Allah’ım!) Bizi dosdoğru yola ilet!”
[8] şeklinde dua ediyoruz. Bizler, doğru olduğumuz ve doğru yolda ilerlediğimiz müddetçe adımlarımızı yavaş da atsak, istikamet üzere olacak ve muhakkak belirlediğimiz ulvî hedefimize varmış olacağız. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerine nispet edilen bir sözde doğruluğun bu dünyada bir bedel gerektirdiği şöyle ifade edilmektedir:
Doğru olsam ok gibi tutar atarlar beni; Eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni,
Doğruda görmedim aç, eğride görmedim tok; Eğri yay elde kalır menzil alır doğru ok!
Dolayısıyla bu dünyada aslolan, doğru ve dürüst olmak ve bu doğrultuda onurlu bir hayat yaşamaktır. Doğru ve dürüst olan herkesin, er veya geç hedefine varacağı da asla unutulmamalıdır. Yalan ve hile gibi olumsuz davranışlardan uzak durulması gerektiğini anlatan Tasavvuf Şairimiz Said Paşa, şu beyitleri söylemektedir:
Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni,
Hilekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni,
Dest-i âdâdan soğuk su içme kandırmaz seni,
Korkma düşmandan ki, ateş olsa yandırmaz seni,
Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni!
O halde müstakim olmak ve sırat-ı müstakim üzere bir hayat sürmek için Ziya Paşa’nın şu sözünü kendimize şiar edinmeliyiz:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah! İşte bu şiar ve şuurla hareket eden bütün peygamberler ve hak erleri, ayrıca “Doğruların hapsi uzlet, sürgünü hicret, ölümü de şehadettir” hakikatini kendilerine hep düstur edinmiş, en zor şartlarda bile doğruluktan ve haktan asla taviz vermemişlerdir. Cenab-ı Hak, cümlemizi hakkı hak bilip hakka tabi olan, batılı batıl bilip batıldan uzak duran salih ve muslih kullarından eylesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
Mustafa TEKİN
IĞDIR İL MÜFTÜSÜ