Yıllar önce bugün, 19 Şubat 2001'de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e Türkiye Cumhuriyeti Anayasa kitapçığını fırlatması ve devamında Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın hemen devreye girip, Ecevit'in önüne fırlatılan Anayasa kitapçığını Sezer'in bulunduğu yöne doğru aynı şekilde fırlatması ile başlayan siyasi kriz, kısa süre içinde ülkemiz piyasalarını etkilemiş ve 2001 Türkiye ekonomik krizinin nedenlerinden biri hâline gelmişti. Cumhuriyet tarihinin ekonomik ve siyasi boyutuyla "en derin krizlerinden biri " olarak yorumlanan ve bu yönüyle "Kara Çarşamba" olarak da bilinen bu günde İstanbul Borsası yüzde 14, ertesi gün yüzde 18 değer kaybetmişti. Gecelik faizler yüzde 760'a, Hazine borçlanma faizi yüzde 144'e kadar yükselmiş, 680.000 lira seviyesinde olan Amerikan doları bir hafta içinde 1.000.000 lirayı geçmişti. Kriz sonunda çok sayıda iş yeri kapanmış ve işsizlik kayda değer oranda yükselmişti.
Peki küçük bir Anayasa kitapçığının fırlatılmasının bile böyle ağır ekonomik sonuçları olmuşken aradan geçen onca yılda bu Anayasa kitapçığı yerinde durup toz mu tuttu? Elbette hayır; o günden sonra ülkemizde Anayasamızın değeri anlaşıldı ve hiç toz tutmasına müsaade edilmedi. Yine her konunun dönüp dolaştığı yer Anayasa oldu; elden düşürülse bile gündemden hiç düşürülmedi. Ağır eleştirilere maruz kalsa da "hem uyulan hem de saygı duyulan" bir kurum olmaya devam etti.
Ülkemizde yönetimi devralan iktidarlar, Anayasa'ya dört elle sarıldılar. Ne de olsa devlet, bir bakıma milyonlarca çocuğa olduğu gibi kanunlara karşı da bir babaydı ve Anayasayı da bu baba şefkatiyle besledi, büyüttü, yanlış gördüğü yönlerini değiştirerek olgunlaşmasını sağladı. Güçlenen yeni haliyle "ideal devlet düzenine" muhalif olanların karşısına egemen tavrıyla çıkardı. Kimi zaman olgunluğa ulaşmasına rağmen bazı kalıplaşmış yönleri beğenilmedi; kimsenin değiştirileceğine inanılmayan noktaları da değiştirilmek istendi. Kimi zaman da babanın kalkanı olması istendi, atılması gereken radikal adımlarda dayanak haline geldi. Dolayısıyla iktidarlar, yaşadıkları her acı tecrübede Anayasanın değiştirilmesi fikrini çözüm olarak görmeye başladı. Bu durum da iktidar-muhalefet partileri arasında ardı arkası kesilmeyen bir Anayasa krizi yarattı ve her hukukî uyuşmazlığın çözüm odağı olarak topun Anayasa'ya atıldığı günlerden, Anayasa'nın top gibi atıldığı günlere geçildi.
Top demişken.. Çocukken oynadığımız yakar top oyununu hatırlayalım. Karşılıklı iki tarafın, ortadaki oyuncuları vurmayı amaçladığı bu oyunda ortada bulunanlar topu havada yakaladıkları zaman diğer oyuncularla yer değişir ve artık kendileri onları vurmaya çalışırdı. Bu oyunda sürekli roller değişse bile bir taraf pes edene kadar oyun devam eder, lakin sonuç olarak tüm oyuncuların canı yanardı. Bu oyunda canımızın yanmasının önüne geçmek için tek çözüm oyunu değiştirmekti. Oyuncuların yer değişmesi bile çözüm değilken yalnızca topu değiştirmenin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini hepimiz henüz çocuk yaşlarda iken öğrenmiştik. O halde bizim refaha kavuşmamız için gereken çözüm burada Anayasayı veya iktidara oturan partileri mi değiştirmektir, yoksa zihniyetimizi mi ?